Sadece bir kültür yapısı olmaktan daha fazlasına dönüşen, siyasi dönüşümlerin de sembolü AKM’nin eski ve yeni tasarımı ve içinde yer aldığı meydanın eski ve yeni değerleri nelerdir? Yeni AKM nasıl bir kadere yoksa coğrafya mı demeliyiz doğmuştur? Mimar E. Selen Aksoy yazdı.
2008 yılından beri kapalı olan Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Cumhuriyet’in 98. Yıl dönümünde Taksim Meydanı ile yeniden buluştu. Süreç içinde yapının yıkılmasından yeniden yapılmasına kadar uzanan birçok tartışmanın güzergâhı ise koruma ve çağdaş mimarlık değerlendirmelerinden, müellif mimarın oğlunun psikanalitik hesaplaşmalarına kadar uzanmaktaydı. Mimarlık tarihçisi Zeynep Ahunbay’ın 2018’de yayınlanan yazısında da belirttiği gibi tasarımındaki üstün nitelikler, iç ve dış mimarisi yapının tescilini haklı kılsa da alınan taşıyıcı sistem durum raporuna dayanılarak terk edilmesi büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir.1 Tüm bunların üzerine yeniden projelendirmenin, eski yapının müellifinin mimar oğluna devredilerek “yeniden yapıma” meşruluk kazandırılma çabası ise tartışmalara farklı bir boyut kazandırmıştır.
Cumhuriyet Dönemi üzerine çalışan mimarlık tarihçisi Zafer Akay, 2016’daki yazısında yapının talihsizliğinin cephesinin pek anlaşılamaması ve güneş kırıcıların eskimiş olması ile başladığını belirtmektedir.2
Mimar Korhan Gümüş ise bir gazetede meselenin bir tasarım sorunu olmadığını tipik bir hafıza mekânı olan AKM tartışmasının demokratik bir kamusal alan sorununa dayandığına değinmiştir.3
Bu çok değerli tartışmalarla geçen yıllar içinde Taksim Meydanı’ndaki değişim, AKM’nin üzerindeki sorumlulukları daha da arttırmıştır. Artık AKM bu büyük ve tanımsız meydanı temsil etmek için sadece cephesi ve biricik kütlesi ile yeterli değildir. Artık AKM parçalı büyük kütleleri ve korunduğu (kopyalandığı) için minnet duyulan cephesi yerine kırmızı bir küre üzerinden temsil edilmek istenen yeni bir binadır.
Yeni Meydan Yeni AKM
Taksim Meydanı’ndaki projeler çerçevesinde meydana ulaşmak ve meydanı algılamak, yeni ulaşım kararları ve yayalaştırma projeleri ile kolaylaşmış gibi görünse de AKM artık tüm programlarıyla daha tanımsız bir meydana bakmaktadır. Meydandaki dönüşüm sürecinin tarihine dönülecek olursa Mimarlık kuramcısı Aykut Köksal’ın Hafızadan Tahayyüle yazısında da belirttiği gibi 1928’de Cumhuriyet Caddesi aksının ortasında konumlanan ve çevresindeki dairesel alan olarak tanımlanan Cumhuriyet Meydanı, 1940’da Prost’un imar planıyla başlayan dokusal çözülmelerle ve 1988’de Tarlabaşı Bulvarı’nın açılmasıyla birlikte kimliğini yitirerek bir ulaşım kavşağı haline gelmiştir.4
Bu süreç sonrasında meydanın merkezi Gezi Parkı merdivenlerinin karşısına kaymıştır. Hal böyle olunca AKM de konumu ve kütlesel formu gereği Maksem ile arada kalan boşluğu tanımlayan bir yapı olarak meydan için Cumhuriyet Anıtı kadar etkili bir simge haline gelmiştir.
Bir anıta dönüşme süreci; meydanın simgesi olmasının dışında modern mimarlığın temsili olması, 1950’lerden beri Türkiye’deki kültür yapılarının inşa ve işletme süreçlerine tanıklık etmesi ve 2013 Gezi olayları sırasında direnişi temsil eden bir ekrana dönüşmesiyle perçinlenmiştir.
Tüm bu sebeplerden dolayı AKM sadece bir kültür yapısı olmaktan daha fazlasına dönüşerek siyasi dönüşümlerin yapılı çevre üzerindeki etkisini sakin ve kaderine razı bir duruşla sergilemektedir.
AKM’nin atıl halde bekletilmesi esnasında yayalaştırma projeleriyle ortaya çıkan ölçek sorunu ise yapının bir kurtuluş hayali ile beklediği zamanlarda –sadece kütlesel olarak bile– meydanı elinde tutma gücünü iyiden iyiye azaltmıştır. Yakın zamanda AKM’nin yıkılmasıyla eş zamanlı olarak meydanın diğer yakasında yükselen cami projesi ise ideolojilerin ölçekler üzerinden yarıştırıldığı yepyeni bir “boşluk” tanımlamaya başlamıştır. Boşluğun diğer kenarında yükselen cami –Maksem’in arkasına tüm sıkışmışlığı içinde– görkemli bir boyutta kendini gösterirken Taksim Sahnesi’nin yenilenmesi, meydana bakan ticari birimlerin değişen fonksiyonları ile büyüyen tabelaları, yayalaştırılan caddedeki dev saksılar, Gezi Parkı’nın Cumhuriyet Caddesi’ne bakan cephesindeki büyük yeşil rampalar vb. birçok değişim, alanı insan ölçeğinden iyiden iyiye uzaklaştıran bir “showroom”a dönüştürmüştür. Tüm bunların ardından girişilen AKM’nin yeniden inşası, izleyiciyi kendine çeken “kathartik” bir rahatlama sağlasa da artık Taksim Meydanı’na yeni bir senaryo yazılmıştır. Bu senaryoda AKM, mimarlık kuramcısı Hilde Heynen’in modernite tanımına denk düşecek biçimde modern zamanların tipik özelliklerine ve farklı katmanlarda deneyimlenme biçimlerine göre kendi evrimini gerçekleştirirken, modernliğin farklı evrelerini yansıtmakla da görevlidir.5 Ancak, tartışmaların geldiği noktada tarihselliğinin sadece cephenin kopyasına indirgendiği bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da bugünkü mekansal deneyimleri iki boyuta indirgemeye meraklı yaklaşımların izlerini taşıdığını göstermektedir.
Cephe ve Küre
Kentin hafızasındaki tüm verilerin tek bir “yüzey” ile yeniden canlandırabileceği varsayımı ile korunan cephe imgesi, AKM’nin “kolay” gibi görülen rolünü iyice zorlaştırmıştır. Tartışmayı derinleştirmek gerekirse Hayati Tabanlıoğlu’nun tasarladığı cephe, dönemi için çağın ötesinde bir estetik ve fuayeler için anlamlı bir kurguya sahiptir. Yapının giriş kotunu tamamen saydamlaştırma fikri ve cephenin açık bir fuaye ile birleştirdiği alan, eski kurgusunda bir nefes alma ve meydana dahil olmadan önce duraklama, bekleme ve buluşma alanıdır. Bu detay aslında kent belleğinde belki de cepheden daha fazla yer almasına rağmen yeni AKM’de korunmamıştır. Yeni tasarımda meydan kotundan inen geniş basamakların hemen girişe yönlendirmesi bina girişini daha fazla öne çıkarmaktadır. Ancak eski AKM önündeki açık fuaye kullanımının sağladığı ölçeği ve ilişkileri yaratabileceği şüphelidir. Bu açık fuaye büyüklük/genişlik/ferahlık ve binayı gösterme tutkusu içinde erimiştir. Görünen o ki, AKM önündeki alanın korunmaya (kopyalanmaya) değer bulunmaması dışında; giriş üzerinde beliren ve tektonik anlamda rafine bir duruş sergileyen tak da cepheye eklenecek kadar değerli bulunmamıştır. Onun yerine yeni yapıda tüm cepheyi çerçeveleyen –mimar oğlun dokunuşu– genişletilmiş bir çerçeve bulunmaktadır. Eski AKM’de giriş kotunun üstündeki bu çizgisel vurgu, insan ölçeğinde bir mekân yaratmakta iken bugün vurgulanan binanın dikdörtgen formu olmuştur. Bu vurgunun nedeni ise talep edilen diğer kütlelerin ana kütlenin etkisini azalttığı gerçeğinin içten içe bilinmesi olabilir. Ve bugün mimari ofisten beklenen proje kapsamında kendini çeşitlendirerek çoğaltılmış olan o biricik kütlesinden hiçbir eser kalmamıştır.
Döneminde eleştirilen Pompidou Merkezi projesi gibi yeni AKM de meydandaki hakimiyetini herkese ulaşabilme ve içini gösterme üzerinden güçlendirmeye girişmiştir. Güncel halindeki içini gösterme zaten şeffaf olan eski AKM cephesinden farklıdır. Yeni AKM kendini camiye karşı kanıtlamak için diğer özellikleri yerine opera salonunun kütlesini öne çıkartmaktadır. Opera salonunun arttırılan kapasitesi için uygun bir form olarak tasarlanan ve iç mekânda yaratılan yanlara itilmiş fuayeler marifetiyle çevresi boşaltılan kütle sayesinde yeni bir imaj yaratılmaya çalışılmaktadır. Korhan Gümüş’ün projenin ilk görsellerinin yayınladığında yazdığı metinde belirttiği gibi, küre vurgusu caminin kubbesinin bir AKM canlandırmasının içinde tutularak kontrol altına alındığını resmetmeye çalışsa da, aslında oraya yapılan ‘’yeni bir projenin’’ sembolüdür.6 Bu sembol, uzlaşmayı temsil ediyor gibi yapıp cephenin arkasından sinsice kentliye gülmektedir. Hatta sürekli konuşulan ve ön planda tutulan eski cephenin arkasındaki bu kırmızı küre, binanın logosunda da yer almaktadır. Görünen o ki bu kırmızı kürenin sürekli olarak yeni AKM kimliğinde vurgulanması ile AKM’nin tüm tarihsel yaraları sarılmaya çalışılmakta ve cephenin tekrarlanması ile bile koruyamadığımız kültür yapısından af dilenmektedir.
Ek Yapılar ve Ölçek
Yeni AKM projesinde temel fonksiyon olan opera salonu yeni AKM’nin içine yerleştirilmiştir. Çok amaçlı salon, tiyatro salonu, kitaplık, sanat galerisi gibi ek fonksiyonlar ise ayrıştırılarak Atatürk Kütüphanesi’ne cephe veren yeni bir kültür sokağına aktarılmıştır. Bütün bu birimlerin oluşturduğu kültür sokağı, içinden geçilmesi ve meydana ulaşırken birçok fonksiyonla beslenmesi açısından oldukça anlamlı bir karardır. Ancak belli ki böyle bir alanın farkındalığı ile artan metrekare talepleri kültür sokağını oluşturan kütleleri oldukça şişirmiştir. Bahsi geçen alanın geçmişini hatırlayacak olursak, AKM’nin modern otopark yapısının buraya cephe verdiği hemen anımsanabilir. Otoparkın önündeki alan bir dönem otobüs bekleme alanı olup bazen atıl kalsa da cephesi sayesinde Taşkışla’dan Gümüşsuyu’na inen yol üzerinde Sedat Hakkı Eldem’in Atatürk Kütüphanesi ile zamansal bir selamlaşma içerisindeydi. Yıkım olmadığı bir senaryoda güçlendirme ile otoparkın korunması, yeniden yapılan bir senaryoda ise bu ölçekte bir yapı ile çözülebilmesi herhalde pek mümkün değildi ki bu şekilde değerlendirilmeyerek büyük ölçekli kütlelerle çözümlere gidildi. Yeni kütlelerin yarattıkları mekanlar belki başka ölçekte bir yer için etkileyici olmakla beraber, davetkar merdiven ve önündeki meydanın henüz yapıyı gezmeden düşündürdüğü tam da bugünün Türkiye’sindeki yeni mimarlığın temsili oluşudur. Bu davetkar giriş, kütle, saçak ve boşlukları ile oldukça işlevsel olsa da herhangi bir Anadolu şehrinde, hatta şehir merkezinden biraz uzakta, yarışmayla seçilen ve inşa edilen nitelikli kültür merkezlerinden malzeme ve form olarak ayırt edilebilir değildir.
1969 yılında zamanın ötesinde bir cepheyle kendinden söz ettiren AKM, bugün kütle eklentileri ile Türkiye’de mimarlık yapmanın zorluklarını ve belki de sadece “inşa edebilmek uğruna” mimarın yapmak zorunda kaldığı hamleleri, verdiği tavizleri göstermektedir. Henüz gündelik hayatımıza çok dahil olmasa da yeni ölçeğinden anlaşılıyor ki AKM aslında Türkiye’de kültür merkezi kavramının, inşa etme, program oluşturma sürecinden başlayan ve kütle ilişkileri ile sonlanan sürecinde en az eski hali kadar önemli bir temsilcidir.
Yeni AKM, bugünün mimari kısıtlarının ve mimarı sınırlayan birçok etkinin sonucu olarak çatışmalı bir alanda inşa edilmiştir. Bu zorlu süreçlere rağmen inşa edilen binada belki de mimarın elinde kalan tek özgürlük ortaya koyabildiği kırmızı küredir. Peki bu kırmızı küre bize bütün bu sorunları unutturabilecek midir? Belki de unutturacaktır ve bir sonraki AKM’de sadece kırmızı küre korunacaktır (kopyalanacaktır).
Dipnotlar:
1 Z. Ahunbay,2018, “20.Yüzyıl Mimarlığının Korunması ve AKM”, Mimarlık, sayı:399.
2 Z .Akay, 2016, “İstanbul’un Cumhuriyet Dönemi Simgesi:AKM”, Mimarlık, sayı:392
3 B. Köseoğlu, 2017, “Korhan Gümüş: Beğen beğenme AKM yanıttır.”GazeteDuvar 4 A. Köksal, 2013,”Hafızadan Tahayyüle”, Taraf Gazetesi 5 H. Heynen, 2011, “Mimarlık ve Modernite”, Versus Yayınları, ss:23. 6 K. Gümüş, 2017, “AKM:Devlet İçindeki İzdivacın Temsil Sahnesi Mi?
コメント